İstanbul-Florensa Yolculuğu
- aysegulblogsitesi
- 12 Ağu
- 4 dakikada okunur

Ucuz uçak biletlerini altı ay önceden alan kızım beni aradığında, bunun uzun süredir takıntılı olduğum Palermo gezisi olduğunu zannettim. Önce Bologna'ya gideceğiz deyince, burası hakkında pek bir şey bilmediğimden de olsa gerek çok heveslenmedim. Ardından bir kaç Toskana bölgesinin de geziye dahil olduğunu duyunca sevindim. Floransa'ya daha önce bir tur ile gitmiştim üzerinden yıllar geçtiği için çok da bir şey hatırlamıyordum. Zaten tur ile dolaşmak bana hiç uygun bir şey değil, özel duygular ve tercihlerin geziye gittiğiniz zaman dilimi için çok önemli olduğunu düşünürüm. Yoksa rahmetli annemin dediği gibi 'aç televizyonu izle, ne boşuna yorulacaksın' durumuna düşeceğimizi bilirim. Neyse ki bu sefer kızım ile gideceğimiz için ayrıca mutluyum. Beklenen gün gelip çattığında, uçağın kanadının bulutların arasındaki görüntüsüyle heyecanlanır bir durumdaydım. Biraz passiflora almadan uçağa binemiyordum. İlk durağımız Bologna olduğu halde gezimizin asıl daha fazla gününü geçireceğimiz yer Floransa ve Siena olacaktı. Bologna'ya iner inmez havaalanın hemen yanındaki hızlı tren ile onbeş dakikada şehir merkezine geldik. Civardaki tren istasyonuna en yakın oteli seçmek de ayrı bir rahatlık oldu. Açıkçası odamızda fazla oyalanmadan çıktık. Çok acıkmıştık ama biraz atıştırmalıklar ve güzel bir kahve ile öğleden sonrayı geçirip akşam yemeğini çok tercih edilen bir mekanda yemeyi planlamıştık. Öncesinde Avrupa'nın ilk üniversitesini ziyaret etmek ikimizin de ortak isteğiydi. Otelden dışarı çıktığımızda, sakin tarihi kızıl kentin ne kadar güzel olduğunu farkettim. Yürüyerek gittiğimiz üniversitenin tarihi yapısına dokunmak için sabırsızlanıyordum. Öğrencilerin çoğu başlarında defne yaprakları ve mezuniyet elbiselerinin içinde çok mutlu gözküyorlardı. Etrafa konfetiler saçılmış ama müzik kapanmıştı. Sanırım törenin sonuna yetişmiştik. Her ülkeden insanlar vardı. Afrikalı öğrenciler de sayıca fazlaydılar. Acıktık ama kahve bir de atıştırmalık da kararlı olduğumuz için 'Terzi' isimli meşhur kahve mekanına gittiğimizde Avrupa'da olduğumuzu iyice anladım. Kahve harikaydı. Yanına aldığım hindistan cevizinden yapılmış tatlı da iyice keyiflendirdi. Kendimi iyice 'Sophia Loren' gibi hissetmemem için hiçbir sebep yoktu. Pembe şifondan fularım, en vanilyalısından sigaram, bazen güzel kahvelerin yanında içtiğimden, beyaz çerçeveli gözlüğüm ve kocaman şapkam, çoçukluğumdaki filmlerden kalma duygularım.....Canım, güzel kızım sıraya girip kahveleri alırken ben de dışarda masa bulmaca işini yapıyordum. Tarihi üniversite, kütüphane, kilise derken dinlenmek çok iyi gelmişti. Akşam yemeği için gittiğimiz ünlü bolonez soslu makarnacının yemeklerde kullandığı et, domuz eti olduğu için ben yiyemedim ama enginarlı makarnayı yerken de çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Oradan çıktığımızda ev şarabının da verdiği rehavet ile konuşa konuşa otel odasına giderken karşımızda bize doğru yürüyen adamlar dönüp bize baktılar, iyi geceler dediler , bizim Türkler'miş dedim. İçim huzur doldu. Biliyorum yaşlılık belirtisi ama kondurmak istemiyorum. Bu yakıştırma beni bozar. Bizim aile kafkas geni taşır. Yane serde Ajda'lık var. Zira gül gibi kızımın yanında ablanız zannettik geyikleri çok hoşuma gidiyor. Sonra ortaçağ döneminden önemli bir yapıya, günah çıkarma meydanı olan Palazzo del Podesta'ya gittiğimizde birbirimizden uzak köşelerde telefondan konuşur gibi seslerimizi duyarak hiç birbirimize söylememiş gibi seni seviyorum diye seslendik. Çok güzeldi. Sabah telaş ile trene bindikden sonra bir saatte Floransa'ya gelmiştik. Meğer bu hızlı tren Milano'dan Napoli'ye kadar gidiyormuş. Konaklama ucuz, turist sayısı daha az olduğu için Bologna'da konaklayıp hızlı tren ile gündüzleri diğer şehirleri dolaşan tecrübeli bir turist kitlesi de var. İner inmez Dostoyevski'nin en sevdiği bazilika ile karşılaşınca çok hoşuma gitti. Ben de Dostoyevski hayranlığı olduğundan ona ait özel bilgileri duymayı da seviyordum. Özellikle Fas'lı ve Tunus' lu, Hint'li mültecilerin restorantlardaki hizmet sektöründe çalıştıkları göze çarpıyordu. Sanırım son yıllarda çok göç olmuştu. Duomo'nun ve Dante'nin evinin bir arka sokağındaki odamız, tavanı ve yerleri tahtadan yapılmış ortaçağ yapısının özelliklerini taşıyorken yatak örtüsünün modernliği ve başucumuzdaki resmin renklerinin güzelliği de hoşumuza gitmişti. Odadaki sehpanın üstündeki macchiatoları görünce çok sevindik, yatağa yarı uzanıp keyif yaptık. İçimden Dante'ye komşu olmak da varmış diye geçirdim. Kızıma söyleyince epey gülüştük. Oda keyfinden sonra Medici ailesinin sarayını söylemeyi unuttum, o da bize çok yakındı zaten, Davut heykeline ve meydana yürümemiz iki dakikaydı uzun uzun iceledim Davut heykelini, özellikle gece geç saatte, üzerine yansıyan ışıkların etkisiyle çok başka gözüküyordu. Medici ailesinin özel koleksiyonunun sergilendiği, Uffizi sarayının ikinci katında yer alan sergi mekanı hem çok etkileyici hem de bir o kadar yorucuydu. Benim gözümde, bir Louvre Müzesi'ndeki resimlerin sergilendiği büyüleyici güzellikte olmasa da, çoğunlukla dini figürlerin konu edinildiği bu resimler arasında, önünde biraz fazla vakit geçirdiğim mandoline yaslanmış melek figürü beni çok etkilemişti. Sonrasında dondurmalı kahvesi ile meşhur olan mekanın kuyruğu beni korkuttuysa da canım kızım kuyruğa girince, ben boş bir masaya oturdum. Kahve çok güzeldi. Hatta Floransa'nın meşhur et yemeklerinden bile daha güzeldi. Kocaman bir sineması ve kitapçısı olan yer harikaydı. Komik bir de anısı kaldı bende. Tuvalet sırasına girdiğimde önümde duran iki kız, onların önünde de kendi kendine bazen de hepimizle konuşur gibi duran uzun boylu, uzun saçlı bir adam vardı. Nerdeyse bir onbeş dakika bekledik önümdeki kızlar gitti, tuvalet bir üst katta balkondan bakınca sinema bölümü ve bütün kitaplık gözüküyor. Kızım işaret yapıyor hadi diye benim arkamdan adam da aşağıdakilere bakmaya başlayınca adamın deli olduğunu anladım ve o ara tuvalete girdim. Tabii, bomboştu. Ortaçağ şehri Siena'nın en keyifli yeri, meydanında pizza yerken, ortaçağ'ın bütün ihtişamını taşıyan tiyatro binasına baktığımız yer oldu. Şimdilik 'arrivederci Toscana' derken, birkaç günlüğüne ayrıldığımız canım ülkemde neler olmuştu neler...Kalbimiz yeniden İstanbul diye atmaya başlamıştı.

